Bu hafta size farklı zevk ve ilgi alanları olan insanları, aynı anda memnun edebilen bir işten bahsedeceğim. Tatbikat Sahnesi’nin bu sezon adını sıkça duyacağınız Senfonik Rap Müzikali, Otomatik Portakal’dan.
Erdal Beşikoğlu/Oyun afişi/ Şanışer
Erdal Beşikçioğlu’nun kurucusu ve Genel Sanat Yönetmeni olduğu Tatbikat Sahnesi 2013 yılında kurulurken hedefi eski bir geleneği canlı tutmaktı. Özellikle yeni oyunculara farklı işler deneyip, uygulayacağı bir sahne sunmak, usta çırak eğitimine devam edebilmek. 1940 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na bağlı olarak kurulan Tatbikat Sahnesi, 1949 yılında Devlet Tiyatroları’nın kurulmasıyla artık ihtiyaç kalmadığı düşüncesiyle kapanmıştı. İlk çalışmaları Carl Ebert ile yaptıktan sonra Muhsin Ertuğrul yönetiminde devam etmiş çok önemli bu tiyatro uzun yılların ardından, Elvin Beşikçioğlu ve Erdal Beşikçioğlu çiftinin azimli çalışmalarıyla, Ankara’nın ve tiyatro severlerin göz bebeği. Her sezon yaptığı iddialı işleriyle İstanbul seyircisi tarafından da heyecanla bekleniyor. Bu sezon Otomatik Portakal ile karşımızdalar. Böyle zor, sert, distopik bir hikâyeyi Rap Müzikal ile sahnelemek ise harika bir fikir olmuş. Tam da kuruluş ilkelerine göre bir iş olmuş, çünkü diyorlar ki; ‘‘Biz bir oyun koymuyoruz sahneye, bir eser oluşturmaya çalışıyoruz ve o eseri tatbik etmeye çalışıyoruz. Anlatım dilini o esere göre arıyoruz. Biraz bu yolda çalışıyoruz. Bazen yaptığımız işler seyirci ile buluşuyor, bazen de buluşmuyor ama önemli olan mevzuyu tatbik etmek.’’
Elvin Beşikçioğlu
Herkesin hakkını vererek ilerlemek istesem de asıl derdim size müzikali anlatmak olduğu için buradan doğruca Otomatik Portakal’ın kitabına ve hikayesine geçmek istiyorum. Anthony Burgess’in 1962’de yayımladığı romanı modernleşme ve değişimin bireyler üzerindeki zorluklarını yansıtırken, kişilerin ne kadar özgür veya baskı altında olması gerektiğini ve bunların sonuçlarını sorgular. Sanayileşme ve modernizimle birlikte tüm devletler vatandaşını yalnızca vergisini ödeyen köleler olarak görmeye başladı ve insanına yatırımını yaparken kendi istediği ‘‘makbul vatandaş’’ figürü için çalıştı. Böyle bir sistem içinde doğal olarak yaratıcılığa ve fark yaratmaya yer yoktur. Uyumlandığın kadar varsındır aksi durumda ıslah edilmen gerekir. Otomatik Portakal, özellikle kullandığı dil gerekçesiyle, fazlaca şiddet içeren, kendi alt kültür dilini İngilizce ve Rusça kelimelerle yeniden yaratan, kitap olarak da film olarak da yasaklara maruz kalmış adeta yasak bir meyvedir. İnsanın var olduğu ilk günle başlayan iyilik ve kötülük kavramları kitapta şiddet, suç ve ceza üzerinden tartışılıyor.
Türk Dil Kurumu’nun distopya tanımı ‘‘Olası kıyamet senaryolarından birinin yaşandığı karanlık gelecek anlamına gelir. Ütopik toplumlarda bir toplum ne kadar uyumlu ve mutlu ise distopik toplumlar da bir o kadar umutsuz ve kaotik bir yapıya sahiptir. Distopyalarda gelecek olabildiğince umutsuz ve karanlık bir şekilde resmedilir.’’ Distopik bir toplum ise otoriter-totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Romanını yazarken Burgess’in ancak hayalinde yarattığı bu dünya günümüzün postmodern gerçekliği ile çakışıyor.
Müzikale gitmeden anlatılanları müzikli bir eğlence dışında da sorgulamak isterseniz diye son bir bilgi notu daha verip ilerliyorum. Alex, yani asıl oğlan işlediği suçlar nedeniyle hapse atıldıktan sonra 655321 olarak kodlanır. Artık numaradan ibarettir. Ludovico yöntemiyle, şartlandırma protokolü dahilinde seçilen çeşitli şiddet sahnelerinin izletilmesi ve istenen tepkinin sağlanması tekniğiyle bir tedavi protokolüne alınır ve ‘‘idealize iyilik’’ haliyle topluma salınır ve bundan sonra devletin yarattığı makul şiddete maruz kalır. Artık ‘‘insan robotu’’ olur. Bunda ne terslik var denebilir. Suçlu cezasını çekecek, şiddet toplumdan kazınacaktır. Ama mesele artık irade gösteremeyecek hale getirilen bireylerdir ve bu topluma makul sebepler gösterilerek yaratılır. Ve bu şiddeti üretenin de sistem olduğu unutuluverir. Müzikal de romandan yola çıkarak bunu soruyor; ‘‘Suç ve suçlunun tarihe karışacağı mükemmel insan modelini yaratmak adına insana dair hiçbir şeyin kalmadığı bir düzen düşünün. Özgür irade olmadığı zaman ahlaktan bahsetmek mümkün müdür?’’
Otomatik Portakal Filmi, Malcolm McDowell
Böylesi bir dil dünyası olan romanın filmi ise 1971 yılı yapımı. Büyük yönetmenlerden Stanley Kubrick’e ait film kült filmler listesinde. Seyirciyi çok zorlayan bu filmde Beethoven’in 9. Senfonisinin özel bir yeri var. İşte rap müzikalini senfonik yapan da bu detayın atlanmamasından geliyor sanırım. Rap’in tanımında ritim ve şiir var (bazı tanımlarda Ritmik Afrika Şiiri’nin kısaltması deniyor). İngilizcesi ‘‘ağır eleştiri’’ olan rap daha çok protest, muhalif tarafta duran, ‘‘ötekilerin’’ müziğidir. Otomatik Portakal ve rap müzikle anlatım için simbiyotik tanımı yerinde olur. Birbirlerini öyle güzel tamamlamış ki bu seçim. Rap müziğin sahip olduğu provakatif algoritma müzikal boyunca hiç azalmıyor.
Sahne üzerinde kalabalık bir dans ekibi var. Müzikali romandan uyarlayan ve yöneten ikili Elvin ve Erdal Beşikçioğlu. Oyuncu Fatih Sönmez ile birlikte başrolde rap sanatçısı Şanışer sahne ismiyle tanınan Sarp Palaur. Ayrıca sahneyi Sokrat St (Samet Gönüllü), Ados (Âdem Oslu), Kamufle (Basri Fırat Bayraktar), Redo (Burak Kaya) ve Müjde Kızılkan birlikte paylaşıyorlar. Müziklerin yaratıcısı da bu ekip. Müzikalin yönetmen yardımcısı Selin Tekman ve Fatih Sönmez. Koreografi Tan Temel ve Evrim Akyay, ışık tasarımı Yakup Çartık, dekor tasarımı Barış Dinçel, kostüm tasarımı Eylül Gürcan, video mapping Can Akyürek, afiş tasarımı ise Hande Şiri’ye ait.
Biraz da rejiye bakalım mı? Sahnede kurulan evren bir lağım çukuru. Böyle bir hikâye için mekânın çağrıştırdığı metaforik anlamı çok sevdim. Işık tasarımı da sahne tasarımı ile birleşince atmosfer için söylenecek söz kalmamış, her şey yerli yerindeydi. Son dönemlerde seyrettiğim en iyi koreografiler gene bu müzikaldeydi. Dansçılarda görmeye alışık olduğumuz o kusursuz bedenler yerine hepimize benzeyen sanatçılar sahnedeydi. Kostümler de hikâyeye uyumluydu ve değişimlerin bazılarının sahne üzerinde olması kahramanların dönüşümünü daha sahici hale getiriyordu. Şiddetin, tecavüzün bir pornografi unsuru olmaksızın gösterilme biçimleri de Otomatik Portakal hikayesini eksiltmeden oldukça estetik yollardan anlatabilmişti. Yanlış anlaşılmasın şiddet romantizme edilmedi, sadece ham haliyle gözümüze iliştirilmedi. Zaten sanat tam da bunun için var.
Metnin tüm sertliğini müzikte duyduk, anladık. Bu kadar küfür kıyamet bir başlangıç ancak bu kadar rahatsız etmeden dinlenebilir ve anlaşılabilirdi belki de. İsyan da vardı umut da şarkılarda. Sözleri bazen anlamakta zorlandım, keşke operalarda ya da festivallerdeki gibi üst yazı olsaydı dedim ama duygusu yetiyordu duyamadığım sözler olduğunda. Senfonik rap besteler ciddi çalışma, emek ve yeteneğin ürünüydü. Bu müzikalin bana kazançlarından biri oldu Şanışer. Rap sanatçılarının aynı zamanda iyi birer oyucu ve dansçı olmalarında ise sanırım yönetmenlerin emeği oldukça büyük. İyi performans Fatih Sönmez’in alın yazısı gibi gene çok başarılıydı. Rahibin ve doktorun konuşmaları derslerde okutulsa ne güzel olur diye aklımdan geçmedi değil. Video yerleştirmeleri de bunca iyi işin için de kendine olumlu anlamda yer bulmuştu. Dört başı mamur bir müzikali Ankara’dan bize kazandıran tüm ekibe sonsuz teşekkürler. Bütçesi büyük bir iş olmuş. Dileğim çok sayıda seyirciyle, uzun yıllar buluşabilmesi.
Son olarak Erdal Beşikçioğlu’na kulak verelim. ‘‘Oyunu seyretmeye geldiğinizde sinemadan hiçbir kareyle karşılaşmayacaksınız. Akış aynı şekilde olmayacak. Eserdeki dünyayla buradaki dünya bambaşka olacak. Çünkü biz eseri yaparken bizim toplumumuzla ilgili derdimizi ortaya çıkarmaya çalıştık. Bir genç eğitim hayatına Anadolu lisesinde başlarken eğitim hayatının sonunda imam hatip lisesinden mezun oluyor. Bu çok ciddi bir çatışma ve o dönemin genci bugün seçme ve seçilme hakkını kullanıyor. Bunların altını çizmeye çalıştık.’’